WWW.İMAN VE SAADET.TR.GG


   
 
  ŞERİAT DÜZENİ
oktay usta İki tehlike gündemde tutulmak isteniyor: İrtica ve bölücülük. Bölünmeyi, bölmeyi isteyenlerle ve bunun için şiddete başvuranlar, terörist eylemlerde bulunanlarla en uygun şekillerde mücadele etmek ödevdir; buna herkesin katılması gerekir. Ama bölücülük tehlikesini, hak ve özgürlükleri gereğinden fazla sınırlamak, bazı imtiyazları elde tutmak için kullanmayı da tasvip etmek olamaz. İrticayı (Şeriat düzeni istemeyi) de ikiye ayırmak gerekiyor. 1. Din hürriyetini kısıtlamak, demokrasilerde de bir hak ve meşru olan dindarlaşmayı engellemek için irtica tehlikesini (şeriat ve hilafet talebini) kullananların tertip ettiği, yönlendirdiği, işçi olarak kullandığı fertler ve grupların şeriat talepleri. Bu talepler sırıtıyor ve tecrübe kazanmış bulunan halkımız tarafından hemen teşhis ediliyor, acı bir tebessümle karşılanıyor, perde arkasındakiler ayıplanıyor. 2. Samimi dindarların şeriat istemeleri. Bunu da ikiye ayırmak gerekiyor: a) Kendileri için istemek, b) Herkes için istemek. Samimi dindar bir Müslümanın kendisi için şeriat istemesinden, şeriata uygun yaşamayı talep etmesinden daha tabîî bir şey olamaz. Bunun manası, başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar vermeden (vermediği sürece ve alanlarda) Müslümanca yaşama hak ve imkanının tanınması, önlerine "laiklik, çağdaşlık, ilkeler vb." adına engellerin konmamasıdır. Bütün hür ve demokrat ülkelerde din özgürlüğü vardır, bizde olandan fazla vardır ve "din özgürlüğünü sağlamak için yapılan düzenlemeler laikliğe aykırı olarak anlaşılmaz, yorumlanmaz". Mesela bir yerde ilgili bakanlık "dini inançları gereği şurada ve burada baş örtmek serbesttir", "Din eğitimi isteyenlere devlet bu imkanı verir ve gerekli düzenlemeleri yapar, tedbirleri alır veya sivil topluma imkan tanır" diye bir kanun çıkarsa, bir karar alsa, bir genelge yayımlasa kimse (başta mahkemeler) bunu laikliğe aykırı bulmazlar, iptal etmeye kalkışmazlar. Başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar verecek şekilde (bunu istemeyen başkaları için) şeriat istemek insan hak ve özgürlüklerini korumayı ilke edinen demokrasilerde asla müsamaha edilemeyecek, izin verilemeyecek bir taleptir. Ama bu talebin ceza ile karşılanmasının şartı "cebir ve şiddettir". Demokrat ülkelerde dine dayalı düzen istemek, bunu yazmak ve konuşmak suç değildir. Faşist veya dinci partilerin kurulması bile tartışılmakta, bazılarında buna da izin verilmektedir. Kesin olarak yasak olan şey, cebir ve şiddet kullanarak başkalarına din ve ideoloji dayatmaktır. Türkiye'de gerek kişinin kendisi için ve gerekse -cebir ve şiddete başvurmadan- genel olarak şeriat istemesi laikliğe aykırı sayılmakta ve engellemek için yaptırım uygulanmaktadır. Peki İslam'a göre insanlara cebir ve şiddet kullanarak din dayatmak, bu manada herkes için şeriat istemek caiz midir? Bu soruyu "herkes Müslüman olacak ve Müslümanlar gibi yaşayacak" şeklinde anlarsak caiz değildir; bu "dinde zorlama" demektir ve İslam bunu menetmektedir. Şeriatla yönetilen toplumlarda da -bir manada- çoğulcu bir toplum yapısı vardır; farklı dinler ve kültürler bir arada -hak ve özgürlüklerden azami yararlanarak- var olurlar, yaşarlar. Demokrasilerde izin verilmeyen, İslam'da ise -mümkün olduğunda- istenen şey, "Müslümanım diyenlerin topluma açık yerlerde İslam'a aykırı davranışlarda bulunmamalarından, eğer olursa engellenmesinden" ibarettir. Hem şeriat isteyenlerin hem de şeriat tehlikesinden söz ederek meşru olan dindarlaşmayı engelleyenlerin bu konuları doğru bilmeleri, bilerek davranmaları gerekiyor. Demokrasi ile idare edilen ülkelerde şeriat isteyenler de engelleyenler de olmayacak şeylerin peşine düşmemelidirler. Mümkün olan, çoğulcu demokratik bir toplumda herkesin inandığı gibi yaşaması ve başkalarını zorlamadan taraftarlarını arttırmak için meşru gayretler içinde olmaları, devletin de tarafsızlığını korumasıdır. Hayrettin Karaman http://www.habervaktim.com/yazar/35468/seriat_duzeni.html


sitene ekle

-----------------------------------İslamcılar ve Demokrasi------------------------------------------- Efgani'den günümüze kadar gelen meşhur İslamcılar, İslam'ın demokrasi ile ilişkisi konusu ile de meşgul olmuşlardır. Demokrasinin İslam ile bağdaşmadığını söyleyenlerin en radikal olanı merhum Seyyid Kutub'dur. Ona göre demokrasi, İslam öncesinin çağdaş ikizi olan Batılı düzenin bir parçasıdır ve İslam'a aykırıdır. Şûraya (erbabına danışmaya) yer veren adil bir tek kişinin yönetimini öngören ve ancak iyi (salih, ahlaklı) olanlara hürriyet bahşeden bir düzen İslam'a uygundur. Efgani, Abduh, Tunuslu Hayreddin Paşa, Abdurrahman Kevâkibî, Reşid Riza, Hasenu'l-Bennâ (dolayısıyla İhvan), İbn Bâdîs, Allâl el-Fâsî, Malik b. Nebî, Mevdûdî, Raşid Gannûşî ve Yusuf Kardâvî demokrasinin mekanizmaları, siyasi ve sosyal hedefleri bakımından İslam'a aykırı olmadığını, bir İslam devletinde temel başvuru kaynağı Kur'ân ve Sünnet olmak şartıyla demokrasinin uygulanabileceğini ileri sürmüş ve savunmuşlardır. Tabii bu zevatın detaylara inildiğinde farklı görüşleri vardır; mesela Hasen el-Bennâ birden fazla partinin (bugün bilinen ve uygulanan particiliğin) ümmeti bölmekten başka bir faydası olmadığını söyleyerek buna ve laikliğe (dinin devlet ve siyasetin dışında tutulmasına) karşı çıkmıştır. Bunların dışında demokrasi ile ilgili değerlendirmesi şöyledir: "Avrupa'dan taşıdığımız bu parlamenter sistemin temel kurallarında, İslam siyaset sisteminin kurallarına aykırılık yoktur. Bu konuyu araştırmak isteyen bir kimse 1341/1923 tarihli Mısır Anayasası'nın şu maddelerde özetlenen temel kurallarına baktığında bu sistemin İslam'a yabancı veya ondan uzak olmadığını görecektir: a) Bütün çeşitleriyle kişiye ait hürriyetlerin korunması, b) Yetkinin ümmette olması ve yönetimin ona danışması, c) Yöneticilerin halka karşı sorumlu olmaları ve halkın onlardan hesap sorma yetkisi, d) Bütün erklerin sınırlarının belli olması. Bunlar, İslam'ın rejim ve siyasi sistemin şekli konusundaki öğretisine ve kurallarına tam olarak uygun düşmektedir. Bu sebeple İhvan, anayasaya dayalı siyasi sistemin, dünyada mevcut sistemler arasında İslam'a en yakını olduğuna, hatta bunun İslam'dan alındığına inanmaktadır (Mecmuatu'r-resail, 5. kongre kitapçığından)". Demokrasi ile İslam'ın bağdaşabileceğini söyleyen İslamcıların birleştiği bir nokta "İslami demokraside laikliğin olamayacağıdır." Demokrasi konusunda en çok tartışılan ve ihtilafa sebep olan husus "hakimiyetin kime ait olduğu" meselesidir. İslam adına demokrasiye karşı çıkanlar, "demokrasilerde hakimiyet halka aittir, İslam'da ise Allah'a" demişlerdir. Taraftar olanlar ise İslami demokraside halka ait olan hakimiyet siyasi hakimiyettir; yani "yöneticinin seçimi, denetimi ve gerektiği zaman değiştirilmesini" ihtiva eden hakimiyettir ve bu alanda halkın karşısında haşa Allah değil, totaliter yöneticiler vardır; halk hakimiyeti Allah'tan değil, bunların elinden almayı talep ederler. Bağlayıcı meşruiyet kaynağı ilahî (vahiy) olduğu sürece Allah'a ait olan hakimiyete tecavüz söz konusu olamaz. Böyle bir demokraside farklı inanç, ahlak anlayışı ve hayat tarzına sahip olanların durumu (hak ve hürriyetleri) ne olacaktır? Şüphe yok ki liberal demokrasilerdekine nispetle daha sınırlı olacak, İslam nüfusunun büyük çoğunluğu veya hakimiyeti temsil ettiği bir devlette umumi ahlak anlayışı farklı olacağı ve bunun da kamu düzeni ile ilgili bulunduğu göz önüne alınırsa -en azından- İslam ahlakına aykırı davranışların kamuya açık alanlarda icrasına kısıtlama gelecektir. Hayrettin Karaman http://www.habervaktim.com/yazar/34617/islamcilar_ve_demokrasi.html
SİTEMİZE HOŞ GELDİNİZ....
 

Html Kodları
LA İLAHE İLLALLAH
 
RESİM VE SÖZ
 
GÜNÜN SÖZÜ
 
ÖZLÜ SÖZLER VE TAKVİM
 

 
Bugün 2 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol